İyi Yaşa ki Ölümün Güzel Olsun PDF Yazdır e-Posta

İyi Yaşa ki Ölümün Güzel Olsun                                                    (23 Aralık  2011, Cuma)

Derviş Salih aniden çıka geldi, konuşmaya başladı. Zaten hep öyle yapar çevre köylerde nerede cenaze varsa ölü anılıyorsa o oradadır ve lafını esirgemez.

Gene aynı şeyi yaptı ve nutuk atmaya başladı:

-Ölümün güzeli, cenaze ardından belli olur. Müteveffanın ardından hayır dua ediliyorsa, cenazesine salih insanlar katılıyor ve herkes, hakkında hüsn-ü şahadette bulunuyorsa o iyi insan demektir.

Bir insanın ardından niye hayır dua edilir yahut yazık oldu aramızdan ayrıldı, bir boşluk bıraktı, bizi üzdü, yeri kolay kolay dolduramaz, denilir.

İnsanlar tarafından sevilmek nasıl mümkün olabilir. Durup dururken insanlar niye birilerini sevsin veya birilerini sevmesin. Önce insan kendini sevmelidir. Kendini sevmekle kendini beğenmek aynı şeyler değil. İnsan insanlığını tanımalıdır. Ben neyim ve bu hal neyin nesi.  Kendini ne büyük gör ne hakir, vakarlı ol lakin tevazuunu elden bırakma.

Anne- babaya saygılı ol. Anne- baba hakkı Allah hakkından sonra gelir, onlara öf bile deme böyle bir oğul ol, sana bakan kendi anne-babasına saygılı olsun ve onlara hürmet etsin.  İhtiyarlara bak, kimsesizler yurduna terk etme veya yük görme. Onlara hizmet seni cennete götürecek kapıyı açar. Sen onlara hizmet edersen başkası sana saygı duyar.

Akrabaya düşkün ol, sıla-i rahmi unutma, aile arası kırgınlıklar seni bundan alı koymasın. Amcana, dayına, halana, teyzene ne ise hepsine hürmetkâr ol yardımlarına koş.

Komşu haklarına riayet et. Komşuya eziyet etme, komşu neredeyse sana varis olacaktı unutma.  Komşunun namusu senin namusundur öyle bil, sana namusunu teslim edebilsin. Mahalleni koru ve sahip çık. Camiye sahip çık, okula sahip çık, kimsesizlere sahip çık, mahallenin sosyal faaliyetlerine katıl ki mahalleli seni görsün, bilsin, tanısın ve sevsin.

Halkla iç içe ol lakin yanlışlarına katılma, sana bakan günahtan ve lüzumsuz işlerden kaçınsın. Hastayı ziyaret et, cenazelerde bulun, taziyeye git orada Kur?an oku.

Halkın örfüyle, geleneğiyle günah olmadıkça barışık ol, onları küçük görme, onlardan biri olduğunu her fırsatta göster. Bunu yapmacık olarak sakın yapma, halk bunu iyi sezer. Yapmacık olanla sahici olanı iyi ayırır, aman ha bunu deneyeyim deme. Kendine güvenemiyorsan halkın arasına az katıl onları benimseyinceye kadar.

Halkın giyim kuşamına muhalif giyinme,  lüks ve sükseye kaçma, böbürlenme. Halkın bilmediği şeyleri abartarak onların bilgisizliklerini yüzlerine vurma.

Her an seni gözetleyen olduğunu hesaba kat. Küçük- büyük demeden başkasının malına tamah etme, haksız kazanç elde etmeye çalışma,  bir incir dahi olsa sahibinin izni olmadan yeme.

Haram lokma seni yer bitirir, sen kazandığını sanırsın, tersine kaybedersin fark bile edemezsin. Haramın üstü dağ altı kıl gibi ince imiş derler. Altı kırılgan üstü kavi şeylere bel bağlama. Haram lokma seni küçük düşürür, ilk haram işlememeye dikkat et. Sonra alışır ve ünsiyet peyda edersin haramla dost olur alışırsın.

Helal kazançla beslenirsen sevenin çok olur. Fakir de olsan bir yerin ve çevren olur. Para kazanabilirsin lakin kaybolan itibarı asla geri çeviremezsin. İtibarını zedeleyerek hiçbir şeye ulaşmaya çabalama kayıpların telafisi mümkündür, lakin işlenen günahtan dönmek daha zordur, fazlaca bulaşırsan mümkünsüzleşme ihtimali de vardır.

. Yaptığın iyiliği başa kakma.

 . Ge­ce na­maz kıl,

. Ku­r?an oku,

. Ye­me­ği azalt,

. Sa­lih­ler­le soh­bet et,

. Al­lah?ı zik­ret,

. Se­her vak­ti ona is­tiğ­far et

. Kâinatı seyret.

. Zalim sofrasından uzaklaş.

. Fakir- fukaraya kol kanat ger.

??????.

Kendinizi kandırmayın ahmak takımı, hoca size nazikçe nasihatler ediyor siz kıvırıyorsunuz. Cümleniz fesat-fucur peşinde.

Hasan?ın ölümü de unutulacak gene eski çirkefliğinize döneceksiniz. Tefecilik yapacaksınız, garibanın ekmeğini elinden alacaksınız sonra göstere göstere beş kuruşluk yardım edeceksiniz, onu da davul- zurnayla dünyaya duyuracaksınız.

Köy kahvesinde, dedi-kodu hırla gidecek, şunu bunu çekiştirecek, kimin malını hile ile elinden alırız diye şeytanca planlar kuracaksınız. Sonra hiçbir şey olmamış gibi iyilik havarisi kesilirsiniz, sizi gidi düzenbazlar.

Ölüm ve hayat bizim imtihanımız içindir. Allah hangimizin daha iyi amel işleyeceğini açığa çıkarmak için bu dünyaya gönderdi.

Hem rahat ve zevk hem cennet bir arada olmaz. Tercihinizi yapınız. Hilmi Bey, ağa, senin acın büyük, ama bil ki zulmün de çok. Oğlunun ölümünden ibret alır hüd?ayı bırakır Hüda?ya sarılırsan Allah seni inşallah af eder. Yoksa yeni fikirlerle hem oğlumu kurtarayım, hem kendimi kurtarayım, pisliğime devam edeyim birlikte olmaz. Yol yakınken Allah?a yönel adam ol. Yoksa ahirette yaptığın zulümlerin içinde boğulur kalırsın.

Derviş?in acı ve hakikat sözleri hoşlarına gitmedi ve fakat gene de dinlediler. İhtiyarların keyfine diyecek yoktu, derviş gönüllerine su serpmişti, söylemek isteyip söyleyemediklerini Derviş söyleyivermişti.

Hem öyle güzel cümleler kurmuş, anlaşılır dil kullanmıştı ki, pes doğrusu, bu heriften bu kadar güzel ve latif ve manidar kelam.!

İmam;

-Derviş yeter milleti çok hırpaladın, bunlar senin veli nimetin, aç açıkta kalırsın.

Köyün yaşlı Memiş amcası;

-Hoca bırak konuşsun bugün bunlar hoşumuza gidiyor, dün bu tür söz söyleyen yoktu, akıllılar korkudan konuşamıyor bari deli- divane ve meczuplar konuşsun.

Benim gençliğimde, biz hep zorbalığı ve zalimliği över, adil davrananları korkak ve enayi sayardık.

Talanı, yalanı, gasbı över, adaleti, doğruluğu yererdik. Edeb -adab bilmezdik, büyük-küçük ilişkisi adama ve sülaleye göre değişir.

Derviş devam ediyor, yılların intikamını alır gibi konuşuyor.

-Siz güce taparsınız, namazı kaçırmaz ama namazda bile hile peşindesiniz. Kim bilir, azalarınız dile gelse Fatiha okurken faiz oranlarını hesapladığınızı haykırırdı. Merak etmeyen yarın yevmu kıyamede bunlar olacak ve siz girecek delik bulamayacaksınız.

Ahlâk der durursunuz, sizin ahlakla ne işiniz olur sersemler. Ahlâkı bir suskunluk ve el pençe divan durma olarak görür ve öyle telakki edersiniz.  Kim güçlü ise ona yardaklık ve yalakalık edersiniz.

Hilmi tüm bunlara sebebiyet verdiği için kendini suçlu sayıyor ve Derviş?i susturmak istiyordu, bir taraftan da söyledikleri aklına yatıyor, biraz daha konuşsun istiyordu. Nihayet Derviş?e dönerek

-Sofi, yeter bugünlük bu kadar daha sonra devam edersin. Yaralarımı tazeleme, kezzap dökme, ciğer parem toprak altında bana o hususta ne diyeceksen de. Misafirlerime ve ahbaplarıma laf dokundurma bunlar ileri gelenlerimiz.

Derviş;

-İleri geri nedir bilmem, kul ancak Allah?a olunur, saygı ancak Allah dostlarına gösterilir. Sana kimin cenazesi daha kalabalık olur onu anlatayım. Kuru kalabalıktan bahsetmem. Ben hakiki cemaatten bahsediyorum. Allah?a dost olandan, dosdoğru olandan, eğrisi yamuğu olmayandan bahsederim.

Bilir misin? Efendimizin cenazesini, Ebubekir?in cenazesini, şehit Ömer b. Hattab?ın cenazesini, Osman Zinnureynin cenazesini. Al-i Beytin serveri Ali kerremellahun cenazesini. Seyyid-i Şüheda Hz. Hamza?nın cenazesini, Hasan- i Basri?nin cenazesini, Selaheddin Eyyübi?nin cenazesini. Bilemezsin cahiller bilmez biliyor intibaını verirler.

Hatta ilk öldürülen Hz. Adem?in oğlunun cenazesini, ona yol gösteren kargayı bile bilemezsin. Karga, senin gibilerden daha akıllı. Azgınlar, leşçiler ne bilir ölümü ve ölüyü gömmeyi. Onlar sadece toprak altına gömerler ve çekip gelirler veya giderler, tarlalarına evlerine, köylerine, o mudur, ölüyü defin etmek?

Siz hayatı ne anlarsınız, hayattan ne anlarsınız? Hayatın anlamını bilmeyen hayata anlam katamaz. Behimî ve şehevî hislerine köle olanlar hay değildir. Onların haylığı hayvanî diriliktir. Onlara diri demek caiz değil onlar canlıdırlar. Ot gibi meşe ağacı gibi, dağdaki yaban tilkisi gibi. Kimi canavar, kimi tilki, kimi kurt, ne kadar da çok akrabanız varmış dağda, gafiller.

Derviş coşmuştu, ağzından inci mercan dökülüyordu, İmam dâhil herkes hayrete düşmüş bu hırpani kılıklı meczup, deli- divane bunları nereden öğrenmiş, kimden ders almış. Gece gündüz o dağ senin bu dağ benim diyerek etrafı dolaşan zaman zaman kaybolan sonra tekrar görünen bu meczupta neler de varmış. Dersin filozof. Şeyh Âdem bile bu kadar dokunaklı kelam edemez. Vay canına.

Hilmi;

-Hocam müsaade et de biraz tenha konuşmak isterim Derviş?le.

-Al senin olsun, işiniz bitence haber edersin.

Derviş ve Hilmi köyün ırmağa bakan tarafına doğru açılmaya başladılar. Hilmi?nin niyeti Derviş?e cenazenin arkasındaki kalabalıkla alakalı bazı sorular sormak bu hususta bilgi edinmek. Mesela çevrede cenazesi en kalabalık kiminmiş, hangi kabilenin hangi ailesinin vefat eden hangi ferdinin cenazesine kimler katılmış. Kendi oğlunun cenazesi için halk ne diyormuş?

Badem ağacının altına oturdular. Derviş, elinde bir ince dal, yere çizikler çiziyor, arada bir taş alıp uzaklara fırlatıyor. Aksine hiç konuşmuyor. Irmağı seyre dalmış, yanında adam yokmuş gibi davranıyor. Hilmi, sessizliği bozup sordu;

-Derviş niye konuşmuyorsun? Az önce seni susturamıyorduk şimdi de konuşmuyorsun, sana yanlış mı yaptık?

-Çok laf, Kur?an?da güzeldir.

-Senin sabahtan beri söylediklerin Kur?an mıydı?

-Başka ne sandın, Cabbar?ın herzeleri mi sandın, yoksa Hoca efendinin nazik ve kibar vaazları mı?

-Cabbar?a neyse de Hoca?ya laf söyleme.

-Ben hocaya değil sana ve senin benzerlerine laf söylüyorum. Hocanın hatırı olmazsa size konuşmak bile istemem ama ne yapayım ki İmam?a söz verdim.

Hilmi, içinden acaba bu Hocanın tezgâhı mı diye geçirdi, hâlbuki Derviş Hoca ile bu konu hakkında hiç görüşmemiş.

Bir müddet beraber ırmağa seyre daldılar, Hilmi de kendini unutmuş, eski günlerinin o tantanalı demlerine dönmüştü. Kısa zamanda toparlandı ve yekten Derviş?e

-Derviş, oğlumun ölümüyle ilgili halk ne diyor, gezdiğin köylerde neler anlatılıyor?

Cenazesine ne derler, katılım, cenaze sonrası verilen yemek, okutulan hatimler vs. bunlarla alakalı ne bilirsen bana anlat. Yanlışım varsa düzelteyim, oğlum mahcup olmasın.

-Sen oğlun için değil kendin için didiniyorsun. Oğluna bu saatten sonra köylünün şunun bunun ne faydası var.

-Niye faydası olmasın, sen demedin mi iyi insan cenazesine katılanlarla anlaşılır.

-Tabii dedim, senin iyi insan anlayışın daha doğrusu insan anlayışın sakat. Sen nasıl bir adamsın, bu halde bile ne derler ne düşünürler diye halkı ahaliyi merkeze alıyorsun. Biraz Allah ve Rasulü ne der diye düşünsene? Ahirette oğlumun ahvali nedir diye akıl yorsana, yarın ben de ölürüm o yerin altına ben de girerim diye Allah?la biraz konuşsana?

-Tövbe tövbe Allah?la nasıl konuşurum.

-Niye Allah senin dilinden anlamaz mı? Konuştuğunu bilmez mi? Allah?ı cahil mi sandın?

-Haşa, kella! Öyle lakırdı olur mu hiç? Allah tabii her şeyi bilir ve işitir.

-Sen gerçekten bunlara inanarak mı konuşuyorsun? Allah?ın her şeyi gördüğüne inanıyor musun? Öyle ise neden Allah?ı kızdıracak işler işliyorsun? Gizli sırlı işler çeviriyorsun, yaptıklarının pinhan kalacağını mı sanıyorsun?

Allah, her şeye hâkimdir, görünen ve görünmeyeni bilir ve görür. Karanlık gecede kara kaya üzerinde yürüyen kara karıncanın izini görür. Hilmi efendinin görmesine benzemez. İşitir, fısıltıları işitir, içinden geçirdiğin iç beyin seslerini işitir. Bunlara inanmayanın imanı iman değil.

-Bunları bırak acayip garaip şeyler söyleyip olmayan aklımı karıştırma. Konuştukların çoğu basmakalıp beylik laflar, bunlara karnım tok. Oğlumla, ölümle alakalı anlat. Öbür dünyayla ilgili konuş, oğlum için ne yapabilirim onu bana anlat, yol göster. Anlamsız laflar ederek beni etkileme. Muska yazar gibi konuşuyorsun anladığım dil kullan. Bu dili sana cinler mi öğretti, yoksa peri padişahın kızı mı öğretti? ne bu halin, seni bir doktora götürelim, aslında hocalıksın ama neyse.

-Hoca moca bilmem, sonra ben ahiret dışında ne anlatıyorum ki, tüm konuştukların öbür tarafa aittir. Senin ahiret deyince ne anladığına bağlı? Sahi sence ahiret nedir.

-Ahiret öbür dünya, ölümden sonra diriliş.

-Sonra, dirildik, ne yapacağız.

-Oğlum şimdi dirilmiş midir? Ayakta duruyor, yürüyor.. mu? Yiyip içiyor mu?

-Eh! Tekrarlayıp durma, önce kendine bak. Sen ölümü, dirilişi, öbür dünya hayatından ne anlıyorsun onu anlat.

Dirilecek miyiz diye başlarsan imanın kalmaz. Ölümden sonra diriliş, şu anki hayattan daha gerçek ve anlaşılır bir yaşamdır.

-Biz bu hayatı görüyor ve elimizin altında ona dokunuyoruz.

-Gözü körler dirilişi göremez, her bakan göremez, kalp gözü olmayan neyi görür? Şu tepenin ardını, şu dağın öbür yamacını, evin içini görebiliyor musun? Ama inkâr da edemiyorsun. Varlığı şu baktığın su kadar gerçek olan çok şey var. Aklını, fikrini, ahlakını, cesaretini vs. Görebiliyor musun? Sana akılsız dersem kızarsın aklını göster dersem afallarsın.

Allah, insanın kalp gözünü kapattı mı göremez, bakar kör gibidir. Tabii kalbin kapanması, körelmesi yaptıklarınla alakalıdır. Her günah bir nokta oluşturur kalp üzerinde. Şu anda senin kalbinin kaçta kaçı kapalı Allah bilir. Sen de biraz bilirsin. Niye bilirsin, çünkü işlediğin melanetleri Allah?tan sonra en iyi bilensin. Bizden, insanlardan gizleyebilirsin, Allah?tan ve kendinden gizleyemezsin. Bazı şeyler var ki kendinden gizlersin ama Allah?a ayandır onlar. Şeytan kötü amelleri sana güzel göstererek seni senden gizler, gözüne perde çeker, sen farkına varmadan kucağına düşmüş olursun düşmanının.

Senin gibilerin düşmanı kan davalılar ve sebebini bilmediğiniz tarihi kinlerinizdir. Sahte düşmanlıklar hakiki düşmanlığı, sahte düşmanlar da hakiki düşmanları gizlemiş unutturmuş ve göremez kılmıştır.

Ne Allah düşmanları düşmanınız ne insanlık düşmanı düşmanınız, tutturmuşsunuz akraba kayırmacılığını, haklı haksız demeden akrabayı korur, zulmüne ortak olursunuz. Hak; akraba ve güce göre değişir. Sizin aklınız karışmış kalbiniz bozulmuş.

Karışık akılla, bozuk kalple neyi görebilirsiniz, neyi anlayabilirsiniz? Bırak ahireti şu gördüğün suyu bile göremiyorsunuz. Sadece bakıyorsunuz. Kaç kere şu suyun sahibini düşündün, nasıl aktığını tefekkür etmeye gayret sarf ettin? Ona akma gücünü ve kuvvetini veren Allah?la suyun irtibatını kurdun, Rabb?im dilerse su akmaz, ateş yakmaz. Kur?an okursan bunların cevabı vardır. Hz. Musa kıssasını bilsen suyun gerektiğinde akmadığını bilir hatta görürsün. Hz. İbrahim (a.s) ateşe atıldığında Allah, ateşe soğuk ve serin ol dedi, ateş İbrahim Halilullah?ı yakmadı. Yanıcı özelliği gitti. Orada bulunan ahmaklar göremediler. Öküzün trene baktığı gibi bakakaldılar. Gözlerinin önünde cereyan eden hadiseyi göremediler niye? Çünkü kalp gözleri körelmişti onların. Gerçeğe ve Allah?a kapalı kalplerin gözleri göremez. Gözünün açılmasını istiyorsan önce kalbini Allah?a, Peygambere açacaksın. Gerisi nafile.

-Derviş sen gene Yahudiler gibi anlaşılmaz kelamlar etmeye başladın.

-Asıl Yahudiler senin gibi düşünür senin gibi hayat sürerler. Allah?a, ahirete inandıklarını söylerler aslında inanmazlar. Sadece inançları bu dünyaya hastır, utanmadan bir de biz seçkinleriz derler. Ateş bize dokunmaz derler, biz Allah?ın has kullarıyız derler. Derler, derler?

Sizler de dersiniz dersiniz.. biz akıllıyız, biz uyanığız, biz seçkinleriz, biz ileri gelenleriz, biz idare etmek için yaratıldık..  biz diğer insanlardan üstünüz çünkü zenginiz, akrabamız çok bizi kimse alt edemez. Hep görünür güce güvenir ona yaslanırsınız.

-Bak ben buraya seninle oğlum hakkında konuşmaya geldim. Taze, körpe oğlumun nazik bedenini, yer altındaki ahvalini konuşmaya geldim, sana onun için katlanıyorum

-Asıl ben sana katlanıyorum, sen ne kafirsin ne tam müselman. İkisi arası bir yerdesin, araftasın. Sabahtan beri neyi konuşuyoruz? Senin oğlunu, öbür tarafı, kendine gel, biraz akıllı ol. Oğlun öldü, bir daha geri gelmez, ama sen daha ölmedin, ölmek veya yaşamak senin elinde değil. Allah?ın taht-ı tasarrufunda olana müdahale etme, haddini bil ve kulluğunu anla. Seni yoktan var edene, sana güç kuvvet verene asi olma. Asilerin sonu hüsrandır, hayıflanmadır, pişmanlıktır, nedamettir. Karar ver, Allah?a inancını tekrar gözden geçir, gözlüklerini değiştir, başka bir pencereden bak.

- Bak Derviş, senin dilin bugün çözüldü, öyle laflar ediyorsun ki seni veli sanacağız.

-Her mümin velidir. Allah?a ve ahiret gününe inanan, Allah?ın indirdiklerine inanan ve hayata geçirme gayretinde olan herkes Allah?ın has kuludur. Öyle gizemli sırlı şeyler yok ortada her şeyin ayan- beyan ortada. Allah bize bir Kitap göndermiş ve ona inanmamızı, onunla amel etmemizi istiyor. Hepsi bu, girift anlaşılmaz bir vaziyet yok.

-Sen hayattan ve dünyadan kopuk yaşıyorsun. Akşama kadar oturuyor, düşünüyorsun, bir hayal âlemi oluşturmuşsun yüzüyorsun. Ben sana hayattan ve ölümden bahsediyorum. Ne işin var, ne eşin var, ne ailen var, ne yarın endişen, sana ne verirlerse yersin, nerede olursa yatar- kalkarsın. Tüm dünya herkes senin gibi olsa ne olur bu dünyanın hali. Küffar gelir bizi esir alır. Oluruz kul-köle. Sen çok ileri gittin haddini bil.

-Asıl hayattan sen kopuksun, hayat dediğin kaç yıl ha kaç yıl! Söylesene. Yirmi-kırk elli- yüz- beş yüz var mı ötesi. Sonra. Sonra ölüm, işte ben sonrasını yaşıyorum.

-Haydi yürü ben ölünce seninle konuşurum. Ben dirilerin işiyle meşgulüm. Git ben ölünce yanıma gelirsin seninle o zaman konuşuruz.

-Allah beni seninle haşr etmesin.

Derviş hışımla kalkıp kendini dağa vurdu.

Hilmi doğruca köy kahvesine yürüdü.

Derviş, ırmağı geçti, sola doğru kıvrıldı, Beyaz Çeşmenin başına geldi, başına suya soktu, uzunca suyun içinde nefes almadan durdu, birden kesik kesik soluyup sudan başını çıkardı. Biraz su içti. Ceviz ağaçların arasından geçerek sıcağa aldırış etmeden Gür Yaylaya tırmanmaya başladı. Üç saat tırmandıktan sonra soluklandı.

Sarp kayalıklar üzerine bağdaş kurarak oturdu. Dağın doruğundaki rengârenk çiçeklere baktı, onlarla hasbıhal etmeye başladı. Bazen Yunus?tan şiirler okudu, bazen kendi şiir benzeri şeyler mırıldandı. Anlamsız anlamsız sözler sarf etti.

Aşağıda dağa renk katan dünyaca ünlü ama kimsenin umurunda olmayan "Ters Lâle"lerin yanına gitti, bir lâleyi eline aldı okşadı, sevdi.

Bu lâle mi daha hayırlı yoksa bizim Hilmi mi? Diye içinden geçirdi. Yaprağını incitmemek için çok itina gösterdi. Etrafını biraz temizledi, uzaktan biraz toprak getirip dibine koydu. Keşke su olsa da sulasaydım diye iç çekti.

Keklikler ötmeye başladı, ikindi vakti oldu mu adetleri üzre öterler. Biri ötmeye başladı mı diğerleri ona eşlik eder. Avcılar bunu fırsat bilip hemen avlamaya çalışırlar. Saklana saklana yakınlaşır sonra silah menziline girdi mi basar tetiği. Derviş bundan korktuğu için acayip sesler çıkararak keklikleri susturmaya çalışıyordu, inadına onlar da susmuyor, sanki niyetini anlamışlar ve tehlike yok bize bir şey olmaz mesajını veriyorlardı.

Susturamayacağını anlayınca kendisi sustu. Ardıç ağacının arkasına sığındı ve keklikleri seyre koyuldu. Karşılıklı ötmeye başladılar, kavga mı ediyorlardı yoksa haberleşiyorlar mıydı? Derviş ne bilsin. Kendince kekliklerin dilini çözmeye ve ne yapmak istediklerini anlamaya gayret ediyordu. Keklikler ötüyor oradan oraya konuyor bir hareketlilikleri var acaba ne? Tok sesli erkek keklikler ötüyor, karşıdaki de cevap veriyor. Derviş bunu kavgaya yordu ne yapıp edip aralarını düzelteceğim diye düşündü. En azından kavgaya tutuşmalarını önlerim. Hem de avcılardan korurum.

Büyükçe bir taş aldı ve dağdan yuvarladı. Taşın çıkardığı gürültü-patırtı, keklikleri susturdu. Fakat taş öyle hızlı yuvarlanıyordu ki önüne kattığı ağaçları deviriyor, rast geldiği taşları da söküp sürüklüyor. Büyük bir gürültü ve yuvarlandığı yerde bir enkaz bırakarak aşağıya kadar indi. Dağda otlayan hayvanlar ürktü, kaçmaya başladılar, çobanlar karşı köyün adamları geldi bizi kovalayacaklar diye telaşlandılar.

Gürültü- patırtıdan sonra büyük bir sessizlik oldu. Keklikler sustu, hayvanlar korkudan bir araya geldiler, çobanlar kendilerince tedbir aldılar, mevzilendiler birileri gelir de davarları götürmeye kalkışırsa ateş edecekleri yerlere çekildiler. Derviş büyük bir suç işlemiş mahcubiyetiyle ellerini uyuşturuyor, yumruklarını sıkıyor, sağa-sola dönüp duruyordu. Sonra kendini teselli edecek bir bahane buldu. Keklikleri ölümden kurtardım.

Kendi kendine; burada da mı ölüm peşimi bırakmıyor, ölüm muhabbetinden kaçtım geldim, Hilmi?nin ölüm konuşmaları beni sıktıydı, gene geldi beni buldu. Keklik öldürülürse öldürülsün, neticede av hayvanı değil mi? Vuracaksın, pişirip yiyeceksin o kadar.  Elindeki taşı fark etti bu sefer ters lâleye fırlattı. Hepsi ölecek neticede. Bunlar arsız yaratıklar. Öbür dünyaya her sene gidiyorlar utanmadan geri geliyorlar. Geldiklerinde insanoğluna bir nasihat de etmiyorlar. Bari dile gelseler, ölümün ve dirilişin ne olduğunu anlatsalar işimiz ne kadar kolaylaşır. Hilmi?ye ben niye dil dökecekmişim, İmam niye anlatmaya çalışacak anlatamayacak. Nankör yaratıklar, gördüklerinizi anlatın! Diyerek otları çiçekleri tekmeledi. Sonra tövbe istiğfar çekerek yere oturdu.

Yeni açmış dağ çiçekleri, birbirlerine seslenip ?cani biri var, bizi öldürüyor, biraz saklanın? der gibi geldi, Derviş?e, çiçekler birden büzüldüler, saklanmaya çalıştılar, onlara bakarak kahkahalarla güldü.

Tekrar tepeye tırmandı, Gür Yayla?nın doruğuna vardı, kupkuru yer. Kuş bile uçmaz. Tüm çevre ayağının altında, yorulduğuma değdi diye içinden geçirdi. Yukarılardan bakmak ne kadar güzel, her şeye hâkimsin ve aşağılarda olanların göremediklerini görürsün. Acaba daha yukarılara gitmek mümkün mü? Tam tepeden bir kendi köyüne bakıyor dönüp diğer tarafa Şeyh Heybetlerin köyüne bakıyor. Bıçak sırtı bir yer, yüzükoyun yere yattı ve şeyhin köyünün cihetine bakmaya başladı. Oralarda yeryüzünde su yok. Hep kuyudan su çekiyorlar, hâlbuki kendi köylerinde su bol, tarlaya bahçeye gitmek için ırmaktan geçmek gerekir. Onun için köylü, yaz boyu her gün birkaç defa ırmağa girip çıkıyor.

Ahirette de acaba bizim köy gibi güzel ırmaklar akan yerler var mıdır? Dedi, kendi kendine. Sonra ne saçmalıyorsun ey nefsim başkalarını ahiret inancını karalıyor, sen de aynı herzeleri düşünüyorsun. Tövbe ya Rabbi tövbe!

Şu koca kâinatı yaratan Rabbin, ırmakları istediği yerlerde akıtır. Derler ki şu bizim Fırat?ın kolu Murat yok mu? Cennetin tam orta yerinden akacakmış. Şeyh efendi geçen vaazında öyle demişti, Fırat?la alakalı bazı şeyler daha demişti ama tam hatırlayamadı Derviş. Biraz zihnini zorladı; Fırat ve Dicle iki Cennet ırmağıdır, onun için bu dünyada bu iki nehrin kıymetini bilelim bu araziler Yahudilerin eline geçmesin. Irmakları kuruturlar Allah korusun Cennette susuz kalırız.

Cennetlerini buradan götürürler, aslında her insan cennet veya cehennemini kazanarak öbür tarafa göçer. Fakat Yahudiler başka, onlar kazanmadan cennetlik olduklarına inanırlar. Bizim Hilmi de onlara ne çok benzer. Hem Allah?a tam teslim olmaz hem cennetin en iyi yerine oğlunu göndermek derdine düşmüş.

Rüzgâr şiddetli esiyor, onun için dağın tepesinde tek taş yok, sadece koca kayalar vardır. Hayvanlardan da eser yok bir kertenkele bile. Issızlık ve rüzgârın uğultusu canını iyice sıkmıştı, bu sefer göğe başını kaldırdı, şu gök de ne garip dipsiz deniz gibi, bak bak sonu yok. Acaba nerde bitiyor, sonu var mıdır? Bizim şu dört köşeli dünya gibi sonu olur mu? Nasıl ayakta duruyor. Allah, gökleri direksiz dayanaksız şekilsiz şemailsiz ayakta durdurmuş. Her bir şeyi melekleri vasıtasıyla ayakta tutuyor. Karı, yağmuru, doluyu, tipiyi, yeli seli buradan indiren Allah?ın şanı ne büyüktür. Bu sakin gök neden arada bir heybetleşiyor. Gazaba geliyor, derler ki gökte değişiklik yok göğün alt kısmında dünya semasında oluyor olup- bitenler. İnsanoğlunun yaptıkları dünya semasında birikiyor sonra o günahlar yere gazap olarak iniyor ve gök gene temizleniyor. İnanmayanlar çukur yerlere ve insanların çok olduğu büyük şehirlere baksınlar. Ne kadar kirli, görünen kirin yanında görünmeyen kir, yani günah daha fazladır. Zaman zaman yağmur, kar yağar da kiri gene yere indirir gök kurtulur. Korkarım bu kir bir gün çoğalır çoğalır göğü kaplar gök de gazaba gelir yeri yutar. Nuh Nebi zamanında öyle oldu.

Derviş, biraz sakinleşmişti, bu sefer sükûnet onu rahatsız etti. Rüzgârın sesine kulak kesildi onu anlamaya çalıştı, iyice kulak verdi, baktı ki Allah?ı zikr ediyor. Önce yavaş yavaş Allah, Allah diyor sonra zikrin ritmini artırıyor. O da rüzgârın zikrine katıldı ve önce yavaş yavaş sonra hızlıca zikre başladı. Kendini rüzgârın hızına kaptırmış cûşa gelmişti. Baktı bu sivri tepede olmuyor biraz aşağı indi hafif düzlüğe vardı.

Yüzünü göğe çevirdi, artık rüzgârın sesi hızı onu ilgilendirmiyordu, kendini kendi ritmine ve sesine kaptırdı var gücüyle Allah, Allah diye zikir ediyordu, daha doğrusu haykırıyordu, kendinden geçti bitap düştü ve başladı ağlamaya.

Sonra bir kenara yığıldı, kaldı. Uzunca orada kalakaldı, uykuya dalmıştı. Uyandığında vücudu kaskatı olmuş kıpırdayamaz halde idi.

Derviş, uzunca gerindi, güneşe baktı, yakıcıydı, hey be mübarek ne kadar da güzelsin, hiç hilen yok. Düpedüz adamı yakıyorum dersin.

Acıkmıştı, yiyecek bir şeyler aradı, bildiği otlardan biraz topladı, atıştırdı. Aşağıya inmek için yokuş aşağı kendini bıraktı. Ardından ermeni kovalar gibi kaçıyordu.

Irmağa yaklaştı, yere oturdu, ırmaktaki balıkları izlemeye başladı. Onların dünyasına girmeye çalıştı, baktı ki balıklar da Allah?ı zikrediyor. Ne haldir ya Rabbi! Ben de mi acayiplik var, yoksa bu mahlûkat mı Müslümanlaşmış, imana gelmiş? Baksana hem Allah diyorlar, hem Muhammed diye zikrediyorlar. Yahu dağ taş Allah der O?nu anar. Şu bizim köyün kalın kafalıları hiç akıllanmaz bir defa olsun içten Allah dediklerini işitmedim. Bazen sahte bir Allah çekerler, bu cüruf takımı riyakârdır.

Soyundu anadan üryan, ırmağa daldı, bir iki balık kovaladı, taşların altından tutmaya çalıştı, ırmağın dibinden taşlar söküp balıklara vurmaya gayret ediyor, gürültüler çıkardı, sonunda derin yerine daldı ırmağın ve büyükçe bir balığı ininde yakaladı.  Sudan çıktı, giyindi, ateş yaktı balığını temizledi tuzsuz pişirdi afiyetle yedi. Elhamdülillah, dedi ayaklarını kuma sokarak, beklemeye başladı.

Köyün çobanı;

-Selamünaleyküm Derviş, nasılsın, iyi misin?

-Aleykümselam, hamd olsun iyiyim?

-Seni merak ettik nerelerdesin.

-Yalan söyleme, nerede olduğum çok mu seni ilgilendirir.

-İmam, Hilmi ve Haşim, seni merak ediyorlar.

-İmam?ı, Hilmi?yi anlıyorum, Haşim?e ne oluyor, bînamaz herifin benimle ne alakası var. Hınzır herif.

Kumları avuçladı, yukarı kaldırarak yere döktü, bir daha avuçladı ve çobana;

-Bu avucumda kaç tane kum var bilir misin?

Bu sefer biraz daha büyükçe çakıl taşları avuçladı;

-Burada kaç çakıl taşı var bilir misin?

Bir çakıl taşını iki parmağı arasına aldı;

-Sen mi büyüksün yoksa bu çakıl mı?

Bak bu taş kim bilir kaç senedir burada, yaza, kışa, güneşe, buza dayanmış böyle kalabilmiş. Seni burada bir, yaz- kış bekletsek acaba ne olursun. Taş senden dayanıklı ve dirençli.

Yerden bir kum taneciğini aldı bu kum da senden büyük. Kendini öyle büyük güçlü görme.

Mezarlığa doğru yürüdü, ırmakla mezarlık arasında durdu uzaktan bir Fatiha okudu, içinden acaba burada Fatiha?ya layık kaç kişi yatıyor diye geçirdi. Neyse Allah dilediğine dilediği şekilde merhamet eder.

Kaçakçılar, heybetli atlarına binmiş yüklerini yüklemiş geliyorlardı. Hepside silahlı, önlerine dikildi;

-Hop buradan geçiş yok, mezarlığı dolanıp geçeceksiniz. İnsanları çiğnemek olmaz. Seneye belki siz de toprağın altına girecek ve sizin üstünüzden sizi tepeleyip geçecekler.

Adamlar bir lahavle çektiler, mecburi yollarının değiştirip mezarı dolanarak öylece yollarına devam ettiler.

Derviş işte esiyor dediler birbirlerine. Başka biri yapsaydı bu hareketi asla kabul etmeyeceklerdi, belki silahlarına sarılarak ateş bile edebilirlerdi.

Mezarlığa girdi, ama kabirlere basmamaya dikkat ederek yürüyordu, içeride. Kabirlerin üzerlerini temizledi, yıllar önce vefat etmiş Sofu Hayri?nin kabri başına geldi, kabri temizledi, üzerindeki taşları attı, mezar taşına konular öteberileri fırlattı. Birisi bir elma koymuştu başucuna, elmayı aldı, içinden ısırmak geçti ama bunu yapmadı, kenara koydu.

Sofu Hayri onun için önemli idi, derler ki; Hayri köyde pişirilen taze tiridi soğumadan Mekke?ye efendisine ulaştırmış. Aynı rivayet Pir Aziz için de söylenir. Dağın tepesinde ziyaret onun hatırına yapılmış. Kimine göre kabri oradadır. Mübarek gecelerde gökten ışıklar nur halinde kabrine iner ve bunu herkes görür.

Hayri, hiç evlenmemiş, asla kadınlarda gözü yokmuş, kendini ibadete vermiş. O da Derviş gibi sık sık kaybolur iki-üç ay sonra çıkar gelirmiş. Nereye gider, kiminle oturur kalkar bilinmezmiş. Derviş?i bu yola alıştıran da kendisi imiş.

Derviş onun niçin evlenmediğini bilirmiş. Bir kıza âşık olmuş fakat adını bile anamamış. O günden sonra insanlardan bilhassa kadınlardan kaçarmış.

Kabrin başındaki dut ağacına yaslandı, cebinden enfiye çıkardı, bir enfiye çekti, hapşırdı kendi kendine elhamdülillah-yerhemekumüllah dedi.

Sağlığında Hayrıyla nasıl zikir ediyorlardıysa  öylece zikir etmeye başladı. Sesli sesli zikirden sonra yüksek sesle Kur?an okudu. Kehf Sûresi?ni tercih ederdi hep, gene öyle yaptı. Mushafını kapattı üç defa öpüp alnına koydu.

 

k_saglam

Yeni Kitabımız Çıktı

egri_agacin_golgesi

Son Eklenenler

YEREL SEÇİM SONRASI ÜLKENİN AHVALİ
(1 Nisan 2024, Pazartesi) Yerel seçim ...
İNSAN KENDİNİ KEŞFEDEBİLİR Mİ?...
(26.01.2024, Cuma) Her kişi, 'önce ke...
MİLLİYETÇİLİK- MUHAFAZAKARLIK- ÜMMETÇİLİK
(Yerellik 'Yerlilik' - Muhafazakarlık -...
EY EHL-İ İSLAM, UYAN!
(06.11.2023, Pazartesi) Ey dünyayı g...
YAĞMUR DUASI
(15 Eylül 2023, Cuma) Yağmur duasına...
AÇMAZI AÇMAK
(25 Ağustos 2023, Cuma) İnsanoğlunun...
AÇILIM - ATILIM
(5 Ağustos 2023, Cumartesi) Sıkışan...
GÜLİSTAN OKUMAYANLARA
(10 Temmuz 2023, Pazartesi) Sadi (Şira...

Kimler Sitede

Şu anda 42 konuk çevrimiçi
Üyeler : 3
İçerik : 636
Web Bağlantıları : 5
İçerik Tıklama Görünümü : 5588013
< ?php if( JRequest::getVar( 'view' ) == 'article' ): ? > < jdoc:include type="modules" name="socialwidget" /> < ?php endif; ? >