Ne Olmadığını Söylemek Yazdır

(9 Kasım 2018, Cuma)

Ne olmadığını söylemek, ne olduğunu söylemekle eş anlamlı mıdır?

İnsanoğlu neden dolaylı konuşmayı seviyor?

Hangi maslahata binaen kendi öz düşüncesini açıklamayı erteliyor?

Başkasının yanlışı söylemek başlı başına bir kimlik ibrazı mıdır?

Bunlar birbirine bağlı problemlerdir ve bir ruh halinin dışa vurumudur.

Ne olmadığını söylemek bir ruh hali, bir ahlak meselesi, bir tavır, bir usuldür.

Bir ruh hâlidir, çünkü savunduğunu aleni açıklamaktan çekinir, olduğu gibi görünme cesaretini gösteremez. Düşüncesinin, tavırlarının, usulünün açığa çıkmasından korkar. Kendini tarif etmek yerine başkasının veya başka düşüncelerin hatalarıyla, yanlışlarıyla kimlik bulmaya çalışır.

İki sebepten dolayı böyle davranabilir insanoğlu.

Birinci sebep, ortam uygun değildir. Ya baskıcı bir ortam vardır, düşüncelerini, durduğu yeri izhar eylerse bir bedel ödemesi gerekebilir, bunu göze alamaz veya ödeyeceği bedel ile elde edeceği kazancı kıyaslar, doğrudan söylemek veya tavır takınmak yerine dolaylı bir anlatım sanarak ‘ne olmadığını’ dile getirir. Ya da fikri ve sosyal ortamı uygun görmez. Düşüncesini söylerse, yakınları dahil bir çok ahbabını kaybetmekten çekinir. Doğrudan konuşmak yerine karşı olduklarını beyan ederek durduğu yere işaret eder.

İkinci sebep, kendine ait özgün bir fikri yoktur, bulunduğu mevkii ve kişiliği kendine ait bir fikir ve tarzı var sayılır. Bu olmayan varsayımın açığa çıkmasını da istemez, onun için bir karşı koyuşla veya başkasının ileri sürdüğü düşüncelere kaşı çıkarak bir yer elde eder.

Ne olmadığını söylemek; muhalefet etmek bile değildir. Bir insan faşist olmadığını söylerse, faşizme karşı olduğu anlaşılmaz, sadece faşist olmadığı ortaya çıkar. Pekala faşistlerle iş tutabilir.

Ne olmadığını söylemek, kendinden, kendi düşüncesinden, tuttuğu işten, gittiği yoldan, savunduğu tezden emin olmamaktır. Yaygarayla, panikle, ayakta durmaya çalışmaktır. Kendi hayatı kendi düşünce tarzı, kendi tuttuğu yolu olmamak demektir. Savundukları net olsa bile, düşüncesini hangi yolla ve hangi tonla izah edeceği net değildir, en net gibi görünen yerlerde bile, netliklerinden bir muğlaklık her zaman vardır. Bu tür düşünce sahipleri, sinirli, sinsi, ayak oyunlarına fazla bulaşmış, entrikacı ve ekipçilikten kurtulamazlar. Her yerde ve her zaman bir muhalif bulmaya çalışırlar. Kendi iç dünyasında bile ne olmadığı psikozuna girerler. İnandıklarının içinden şundan değilim bundan değilim diye düşüncesini tasnife tabi tutarlar.

Böyleleri enine doğru yayılabilir, genişleyebilir. Fakat hiçbir zaman derinlemesine ilerleme kaydedemezler. Halbuki tarih derinliğe doğru uzar. Yaygınlık aktüalite gibidir. Bugün çok rağbette olan yarın itibardan düşer/düşebilir.

Ne olmadığını söylemekte içe doğru gelişme yoktur. Kendi yapıp ettiklerinin muhasebesi yapılmaz. Hep başkasının yanlışı veya başkasının doğrusu vardır. Bu davranışlar tufeyli davranışlardır. Bir tez ortaya atma, cesaretle tezlerden herhangi birisini savunma macera kabul edilir. Vasat olma iddiasıyla; ortada olanlardan azami derecede faydalanma yolu daima tercih edilir.

Fikri plandaki bu tereddüt, ortada olanlardan faydalanma, fazla ileriye gitmeme, her düşüncenin mutlaka arasını veya ortalamasını bulma gayreti, kişilerin şahsiyetine, bünye yapısına siner ve karşımıza, müşkülpesent, mıymıntı, ürkek ve başkasının veya başkalarının düşüncesinde ve çalışmalarında gözü olan insan tipi çıkar. Teenni ile hareket etmek, tedricilikle işe sarılmak ile bu hal çok farklıdır. Teenni ile işlerin haline çalışan; ne yapmak istediğini ve meseleyi bir yere çekmek istediği için bir yöntem olarak buna başvurur.

Bu ruh halinde olanlar her şeyden biraz pay kaparlar, her ilim dalından biraz nasiplenirler, ama hiçbir konuyu enine boyuna bilmezler, hiçbir dalda ihtisasa yönelmezler, kendileri dışında yapılan hiçbir işi, düşünceyi iyi saymazlar.

Kim bu insanlar diye birilerinin aklına takılabilir. Herkes kendine ve çevresine baksın bir şeyler görür.
Karakoç; bu tür tenkidi "başkasını yaşamak" olarak nitelendirir. Bu ruh halinde olanlar başkasının yanlışıyla yaşayanlardır.

Sonunda şöyle bir manzara ortaya çıkar; herkesin şu kadar yanlışı var, bakınız bendenizin, bu tür fahiş hataları ve yanlışları yoktur.

Hiç düşünmeyen asla yanlış düşünceye saplanmaz, hiç iş yapmayan asla yanlış yapmaz. Tarihte oluşmuş bir düşünceye yaslanıp başkasına caka da satabilir.

Geçmişte yaşanmış güzel bir örneğe sahiplenip iyi amel işlediğine de inanabilir.

(Değişim Dergisi, sayı 10, Aralık 1993) biraz eklemeler ve düzeltmelerle.