Dostum Gazali Yazdır

                                                                                                                                (8 Aralık 2017, Cuma)

Dostum âlem senünçün ger olur düşmen mana

Gam değil zîrâ yetersen dost ancak sen mana

Işka saldum men meni pend almayub bir dosttan

Hiç düşmen eylemez anı kim ettim men mana


     Cân u ten oldukça menden derd u dâğ eksik degül

Çıksa cân hâk olsa ten nî cân gerek nî ten mana


     Vasl kadrin bilmedüm firkat belâsın çekmeden

Zulmat-i hecr etdi çok târîk işi rûşen mana


     Dûd u ahkerdür mana serv ile gül ey bâğ-bân

Neylerem men gülşeni, gülşen sana külhan mana 


     Gamze tîğin çekti ol mah olma gâfil ey gönül

Kim mukarrerdür bu gün ölmek sana şiven mana


    Ey Fuzûlî çıksa cân çıkmam târîk-i aşkdan

Reh-güzâr-i ehl-i ışk üzre kılun medfen mana
                                                                 
                                                                   Fuzûlî


   Birinci beyit; dost ve düşman kelimelerini- kavramlarını kullanarak şiire başlıyor. Ana tema olarak dostluğu işliyor. Dost(farsça); arkadaş, ahbap, aşık, seven, sevilen, iyi görüşülen kimse, aşırı düşkün,  çıkar beklemeden seven, nihayet Allah manasına da kullanılır. Düşman/düşmen; kötülük isteyen, zarar veren kimse, birine kin ve nefret duyguları taşıyan, aralarında anlaşmazlık olan, bazı şeylerden nefret ve tiksinti duyan, anlamlarında kullanılır. Gam; tasa, üzüntü. Âlem; Allah’ın dışındaki her şey, dünya, güneş, bütün insanlar, kendine has çevresi ve kümesi olan…

Şair dostuna sesleniyor,  seni dost edindiğim için âlem bana düşman oluyor, varsın olsun senin dostluğun bana yeter. Dostu kim? Burada önü açık bir dost tarifi yapıyor, kişi istediği yöne çekebilir. Muhtemeldir ki; Allah dostluğudur. Bütün insanlar bana düşman olsa da Allah’ın dostluğu bana yeter diyor.


 İkinci beyit; şair düşünmeden, istişare etmeden aşka dalıyor, yani imtihan alanına atılıyor. Aşk; bu kelimeyi şairimiz çok kullanır. Bir kişiyi diğerine bağlayan güçlü ruhsal ve bedensel duygu, sevgi ilişkisi,  aşırı düşkünlük, tutku, şiddetli istek, ölesiye bağlanma, kişi veya şeye karşı duyulan kuvvetli sevgi ve bağlılık… Aşka dalmak; sevgi içinde kendini kaybetmek. Salmak; çok farklı kullanılan bu fiil; azat etmek, acele bir yere göndermek,  izin vermek, serbest bırakmak, üstüne yürütmek, uğratmak, başını derde sokmak… Pend (farsça); nasihat, öğüt. Pend-i refik, arkadaş demek.

Bir dosttan (pend) nasihat almayarak kendimi aşka saldım. Benim kendime ettiğimi hiçbir düşman bana yapmaz.

Yani aşk belasına kendimi müptela eyleyerek başımı derde soktum. Aşk ile imtihan olmak bir bakıma bir beladır, lakin Fuzuli için bu böyle değildir. O aşk belasını sever. Nitekim başka bir beyitte şöyle der;

Yâ Rab! belâ-yı aşk ile kıl âşîna beni

Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni

Demek şairimiz aşk ile imtihan olmayı seviyor ve bu hususta gelecek sıkıntıları göğüslemeye hazır. Aşk belasına duçar olup imtihanı kazanamayan dosta dostluk etmiş olamıyor şairimize göre.

Üçüncü beyit: Ben yaşadıkça yani bu can u ten bende oldukça, dert ve gam eksik olmaz. Can çıksa, ten toprak olsa, bir şey ifade etmez. Çünkü bana ne can ne de ten gerek.

Can (farsça); ruh, hayat, gönül, silah, sevgili. Can-ı can, Allah. Ten (farsça); vücut, gövde, beden, insanın dış görünümü. Dağ; şairin burada kullandığı “dağ” kelimesi çok anlamları muhtevidir ve şiirine derinlik katar;  yürüme sırasında çıkan gürültü, anlaşılmayan bağrışma, yükseklik, doruk noktası. Ayrıca yanıklık, dağlama sonucu oluşan yara. Bazen hile manasına da kullanılır. Hâk; toprak.

Şairimiz sanki yok olmak istiyor. Ama aslına bakılırsa yok olmayı yokluk saymıyor. Ten u can nefsin istek ve arzularıdır, onlar Fuzuli için yaşamanın ana kaynağı değildirler. Can u tenin yükünden kurtularak bir hayat sürmek istiyor. Şair burada tezat sanatından medet umarak bir yol çizmeye çalışıyor.

Şiirdeki “dağ” kelimesi bütün bu manaları kapsar ve derdinin ne denli yanıcı, kırıcı ve büyük olduğunu gösterir. Aşk ile bütün bu dertlerden kurtularak asude bir hayat sürmek istiyor. Ama onun asude dediği hayat mihnetler ve dertlerle çevrili o bunların içinde ve arasından sıyrılarak yürümek istiyor.

Dördüncü beyit: Ayrılık belasını çekmeden, vasıl olmanın / ulaşmanın / vuslatın kadrini bilemedim. Ayrılığın zulumatı, bana çok karanlık yolu aydınlattı.

Vasl - vuslat; bağlanma, iliştirme, kavuşma. Firkat; ayrılık. Zulmat (zulumat); karanlıklar, Tarik; yol. Rûşen(farsça); parlak, aydınlık, aşikar, belli.

Şair, ayrılık ile vuslat, zulumat ile rûşeni birlikte kullanarak tezat sanatının zirvesini ustaca ve zorlanmadan bize bahşediyor, vuslat ve rûşenle de tenasüp sanatını. Şair beladan zorluklardan kurtulmak istemiyor onlarla beraber yaşayarak onları alt etmeye çalışıyor. Bize karanlık görünen nice oluşların sonu aydınlıktır, tersi de vaki olabilir bize aydınlık olan nice şeyler de karanlığa açılabilir.

Beşinci beyit: Beyit şöyle açıklanabilir; ey bahçıvan! Duman ve kor ateş bana servi ile güldür. Ben gül bahçesini neylerim. Gül bahçesi sana olsun bana da külhan.

Burada geçen dûd; duman. Ahker; kor haline gelmiş ateş, ateş közü. Bâğ-bân; bahçıvan. Külhan; hamamların altına yerleştirilen büyük ocak, kazan. Gülşen; gül bahçesi. Serv(i); sevgilinin düzgün boyu,  güzel.

Şair burada; aşk ateşiyle nasıl yanıp tutuştuğunu atlamak istiyor ve bunu bir benzetme ile bize sunuyor. Lafın tamamı aptala söylenir, diyor şair. Tutuşan şairimizden yükselen duman onun servisi, yanarak köze dönüşen yüreği de onun gülü. Biraz düşünen ve sanatla uğraşan kimse bu beyit önünde diz çöker. Bu kadarcık kelimelerle bu denli bir manayı ve duyguyu anlatabilme!

Altıncı beyit: Anlam şöyle olabilir; Ey gönül! O ay yüzlü güzel, gamze kılıcını çekti (bir yan bakış fırlattı). Bugün ölüm sana, yas tutmak / ağıt yakmak da bana mukarrerdir.

Gamze; yanak ve çene çukuru, süzgün bakış, yan bakış Tiğ; kılıç, dağ zirvesi, sevgilinin kaşının, kirpiğinin, bakışının cefası. Mah, ay. Mukarrer; kararlaşmış, kesin, sağlam, kuşkusuz. Şiven; ağıt yakmak, yas tutmak. Şivengah; yas evi.      

Yedinci beyit: Aşk ehlinin güzergâhı üzerine beni defnedin, orası bana mezar olsun. Can çıksa bile ben aşk yolundan çıkmam.

Reh; yol, reh-i aşk; aşk yolu. Reh-güzâr; geçit, güzergâh, geçilen yol. Reh-güzâr-i ehl-i ışk; aşk ehlinin geçiş yolu, aşıkların geçtiği yol. Medfen; mezar, gömme yeri, gömülme yeri.

Fuzuli, kararlılığını beyan ediyor. Şairimiz aşıklar sultanı olmak istiyor, onunla aynı dertle dertlenenler gelip giderken ona bir aşk fatihasını okusunlar istiyor. Onun için de böyle bir güzergâhta gömülmek istiyor.

Dostluğun öyle ucuz olmadığını bize göstermeye çalışıyor. Dost olmak, dost bulmak, dost kazanmak zordur lakin ondan daha zor olan dostluğun devamıdır.

Dost, sevgili, arkadaş, sırdaş, nasihat eden vb. insanların varlığı gereklidir. Ama bu alelade olacak iş değildir, bedel ister, imtihandan geçmek gerekir, bu imtihan sonunda ayakta kalmak ve can u tenden vazgeçmek iktiza edebilir. Bütün bunları göze alabilene dost denilir.

Dostunun dostluğu için düşman kazanmayı göze almak gerekir.

Dost bazen bizi incitebilir, bize danışmadan tehlikeli işler yapabilir. Dostun dosta zaman zaman sitemi olur, ona bir aşk tiğini fırlatır, yaralar, sadık dost buna da tahammül etmelidir.

Dostluğun kıymetini anlamak için bazen firak, ayrılık icap ederse bu da olmalıdır. Bu ayrılık bir kopuş değil dostluğun değerini iyi idrak için olmalıdır. Bu mekânsal da olabilir, fikirsel de, ama geçici…

Dosta sadakat, kişinin kendisine zarar verme noktasına gelmiş ise bunu tereddütsüz yapabilene hakiki dost denir. Dostu için bazı prensiplerinin terki vacip hale gelmiş ise o zaman büyük imtihan başlamış demektir. Zor zamanların ve zor işlerin dostu böyle anlarda belli olur.

Daima kendi prensiplerini dostuna dikte ettirmek dostluk değildir.

Zararı kendine rahatı dostuna verebilen dost bize lazım.

Kendini merkeze koyarak dostluk oluşturanlar, dostluğu istismar edenler sınıfına dahil edilirler. 

Ölümden sonra da izi sürebilen dostluğa ne kadar da muhtacız.