Cumhuriyet Ne Götürdü Ne Getirdi ? (07 Ocak 2011, Cuma)
Cumhuriyet'in kuruluşunu hazırlayan sebepleri sıralayanlar, Osmanlı?nın bilim ve teknolojide geri kaldığını, çağı anlayamadığını zikreder dururlar.
Ayrıca Osmanlı ulemasının bilgisiz olduklarını ve padişahların hiçbir şey bilmeyen cahil cühela olduklarını, cincilerle üfürükçülerle imparatorluğu idare ettiklerini söyleyip dururlar.
Acaba bunlar doğru mudur?
Fatih Sultan Mehmet?in kaç dil bildiğini, Cumhuriyet kurulduğundan bugüne kadar gelen tüm cumhurbaşkanların hangisinin hangi dili bildiğini, bir kıyas yaparak ortaya konulsa nasıl bir fark ortaya çıkar?
Önce bu çağı, bu asrı nasıl bir hale getirdiniz veya nasıl getirdiler, bir ayna tutmak istiyorum, kendi eserinizi bir görün istiyorum.
Siz yeryüzünü bozdunuz, tahrip ettiniz. Ormanı yok ettiniz, börtü böceği, kurdu kuşu, yok ettiniz. Denizleri kirlettiniz. Irmaklarının önünü keserek elektrik elde ettiniz sonra bu elektriği uzak mesafelere taşıdınız.
Tüm insanları bir yerlere yığdınız, buna kent dediniz, kentlerde yüksek yüksek binalar kurdunuz, insanları üst üstte istif ettiniz.
Sanayi icad ettiniz, insan yerine makine kullandınız, yetmedi robot icad ettiniz. Hizmetlerinizi robotlara gördürdünüz.
Ateşli silahlar türettiniz ve bu ateşli silahlarla ülkeler işgal ettiniz.
Bankalar kurdunuz herkesi faize bulaştırdınız. Kredi kartları çıkardınız herkesi tüketime zorladınız ve birçok insanı yok yere borçlandırdınız, ömür boyu taksit ve faiz ödemeye mahkum ettiniz.
Birleşmiş Milletler diye bir örgüt kurdunuz onun sayesinde dünya hakimiyetinizi pekiştirdiniz.
İletişim adı altında herkesi kendinize bağladınız. Kurduğunuz ulus devletler aracılığıyla insanların çocuklarını ellerinden aldınız, onları devlet malı yaptınız.
Ötekisi Kendisi Olanlar ?(2) (14 Şubat 2011, Pazartesi)
Önceki yazıda insanın bizzat kendi özünde öteki unsurları barındırdığına değinmiştik, kaldığımız yerden devam edeceğiz. Her bir insanın ötekisi veya ötekileştirmesi, bağlı bulunduğu inançla doğrudan alakalıdır. Neye inanırsa inansın, insanlar, düşünceleri doğrultusunda bir anlayış geliştiriyorlar ve bu anlayış sonucu bir dünya oluşturuyorlar, oluşturulan bu dünyanın da merkez anlayışı var, kenarda kalmış düşünceleri var, yandaşları var, en önemlisi de ötekisi veya ötekileri var. Hiçbir dünya görüşüne sahip olmamak veya tüm düşünce ve inançlara eşit mesafede olduğunu söylemek laftan öte bir mana taşımaz. Burada başka düşüncelere tahammül etmekle düşüncesi olmamak arasındaki ince ayara dikkat kesilmemiz gerekecektir. Bu iki husus farklı şeylerdir. Başkasına tahammül veya başkasını yani senin ötekini anlama ve onu hoş görebilme, kendine güvenin, bağlı bulunduğu düşüncenin gücüne inanmanın göstergesidir. Mücerret düşünceler üzerinde fikir yürütmek yerine gözle görünenler üzerinden yürümek daha uygun olur diye Müslümanlar açısında meseleyi değerlendirmek istiyorum, çünkü bu benim inancım ve duruşumdur.
İyi Yaşa ki Ölümün Güzel Olsun (23 Aralık 2011, Cuma)
Derviş Salih aniden çıka geldi, konuşmaya başladı. Zaten hep öyle yapar çevre köylerde nerede cenaze varsa ölü anılıyorsa o oradadır ve lafını esirgemez.
Gene aynı şeyi yaptı ve nutuk atmaya başladı:
-Ölümün güzeli, cenaze ardından belli olur. Müteveffanın ardından hayır dua ediliyorsa, cenazesine salih insanlar katılıyor ve herkes, hakkında hüsn-ü şahadette bulunuyorsa o iyi insan demektir.
Bir insanın ardından niye hayır dua edilir yahut yazık oldu aramızdan ayrıldı, bir boşluk bıraktı, bizi üzdü, yeri kolay kolay dolduramaz, denilir.
İnsanlar tarafından sevilmek nasıl mümkün olabilir. Durup dururken insanlar niye birilerini sevsin veya birilerini sevmesin. Önce insan kendini sevmelidir. Kendini sevmekle kendini beğenmek aynı şeyler değil. İnsan insanlığını tanımalıdır. Ben neyim ve bu hal neyin nesi. Kendini ne büyük gör ne hakir, vakarlı ol lakin tevazuunu elden bırakma.
Anne- babaya saygılı ol. Anne- baba hakkı Allah hakkından sonra gelir, onlara öf bile deme böyle bir oğul ol, sana bakan kendi anne-babasına saygılı olsun ve onlara hürmet etsin. İhtiyarlara bak, kimsesizler yurduna terk etme veya yük görme. Onlara hizmet seni cennete götürecek kapıyı açar. Sen onlara hizmet edersen başkası sana saygı duyar.
Akrabaya düşkün ol, sıla-i rahmi unutma, aile arası kırgınlıklar seni bundan alı koymasın. Amcana, dayına, halana, teyzene ne ise hepsine hürmetkâr ol yardımlarına koş.
12 Mart muhtırasının gölgesinde kongre yapılır. Bu kurulda tek aday olarak çıkar, zaten iç çekişme bitmiştir. İslâmcı çizgi kabul edilmiş, milliyetçiler - Türkçüler ve sol artık MTTB?yi bir ecmain teşkilatı olarak görmeye başlamıştır.
Genel başkanlığa aday olması üzerine divan heyeti önünde yaptığı konuşma çok özet ve ne yapmak istediğini bilen bir mesul adamın konuşmasıydı.
Türkiye?nin içinde bulunduğu şartların zorluğunu bildiğini, materyalizmin komünizm adıyla bu milletin çocuklarını dininden ve örfünden kopardığı belirtir. Eğitimin milli olması lazım geldiğini tüm başkanlar gibi kalınca altını çizer. Geleceğin yürütücüleri olarak donanımlı gençler yetiştirmek istediğini beyan eder. Şöyle formüle eder. Mazisine layık, istikbaldeki vazifeye hazır, mukaddesatına bağlı gençler yetiştirmek.
Teşkilatımız, ismine uygun orta tahsilde itibaren, talebelerle ilgilenmek ve onları kazanmak, birer mücahit ruhlu olarak yetişmelerini sağlamak.
Görüldüğü üzere artık milli-Türkçü-Kemalist falan yok mücahit var. Kollektif çalışmanın da altını çizer. Sonunda Allah?tan niyaz ederim diye bitirir.
MTTB geleneğinde basın bildirileri ve basın açıklamaları hayli rağbet görür, birer siyasi parti başkanı veya sendika başkanları gibi basınla çok işli dışlıdırlar. Öztürk zamanında bu biraz daha sistematik ve etkilidir. Basın - yayın müdürlüğüne Sedat Yenigün getirilir.
İlk basın toplantısı 4 Nisan 1971?de yapılır. Yurt ve dünya meselelerinden önce MTTB?nin gençlik dert ve problemleri üzerinde durmak istediğini söyler.