Ziya Gökalp'e Dair |
(26 Ekim 2018, Cuma) Birlik Gazetesinde 1933 yılında yayınlanan “Büyük Türk Mütefekkirinin Dokuzuncu Ölüm Yıl Dönümüdür” yazıyı iktibas ederek yayınladım. Bu yazı hakkında bir değerlendirmede bulunma ihtiyacım hâsıl oldu. Cumhuriyetin kuruluşunda fikir babalığını yapan bir mütefekkirin bile nasıl nisyana terk edildiğini de böylece görmüş oluyoruz. İnkılaplar, hareketler kendi çocuklarını da harcarlar. Ziya Gökalp yaşasaydı muhtemeldir ki o da devrimden payına(!) düşeni alırdı. Yeni tarih tezini savunanlar ile Ziya Gökalp düşüncesi bir yerde çatıştı, farklılaştı. Gökalp “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” fikirlerini içiçe ve beraber yürütmekten yanaydı. Cumhuriyetin o yılları buna elverişli değildi. Cihan harbinden sonra İslamlaşmak yara aldı ve devlet siyasetinden düştü. Müslümanlık, halk arasında hayatiyetini devam ettirdi. Halk ile devlet bu hususta farklılaştı, ahali kendi payına düşen Müslümanlığı sürdürüyor. Devlet, Batı medeniyet dairesine girdi, lakin Hıristiyanlaşamadığı için Avrupai kimlik üzerinde iğreti duruyor. Ne atabiliyor ne tam sahiplenebiliyor. Bu sefer dine yönelerek dini anlayışı Batı normlarıyla izah etme yolunu seçti. Bu konuda kafası karışık, devletin kafası karışık olduğu için Avrupa’ya karşı tavrını netleştiremiyor. Garpçılık, emperyalist işleyişiyle Osmanlıyı parçaladı ve devleti bitirdi.Yaptıklarıyla sevimsizleşti, tesiri azaldı. Müessese olarak ülkeye yerleşti lakin cazibesini yitirdi, çünkü Osmanlıyı garp yıktı.Türk aydını ve devlet ricali, garptan ne büsbütün vaz geçebiliyor ne de büsbütün benimseyebiliyor. Bu hal genel İslam dünyası için böyledir. İslam dünyası arafta. Türkçülük de içe kapandı, iç siyasette etkin oldu, lakin dış Türklere ülkeyi kapattı, Türk dünyasını da daralttı. Dış Türklerle ilgilenmek; başka ülkelerle karşı karşıya gelmeyi bünyesinde taşır. Türkiye o yıllarda bunu göze alamazdı, bugün bile aynı tereddüt ve iğreti tutuş devam ediyor. İçerideki milli, Türkçü söylem dış dünyada fazla işlemiyor. Türki cumhuriyetlerle irtibat, ilişki, ilgili devletleri rahatsız etmeyecek şekilde ilerliyor. Onun için Cumhuriyete bel bağlayanların kahir ekserisi sukutu hayale uğradı. Cumhuriyet sonrası bu kırık ve parçalanmış ruh halini mezkur yazıda da görmek mümkün. …. O devirde, yekpare bir vaziyette, aralarında hiç görüş ayrılığı olmadan Cumhuriyet inkılaplarına harfi harfine herkes bağlıdır, hükmü doğru değildir. Tek partili hayata geçişte farklılıklar ve aykırılıklar hemen kendini gösterdi. Bir arada gibi görünen veya gösterilenlerin nasıl derin bir ayrılık ve aykırılık içinde olduğu da açığa çıktı. ….. Gökalp, 25 Ekim 1924 yılında öldü, yaşasaydı acaba gerçekleştirilen devrimlere ne kadar sahip çıkardı, o da muamma, lakin hadiseler gösteriyor ki; cumhuriyeti yönetenlerle çok fazla içli dışlı olamayacaktı. Çünkü ilk yıllarda Gökalp’in anladığı manada; ne Türkleşme kalmış, ne İslamlaşma bırakılmış ne de Gökalp’in anladığı anlamda Muasırlaşma sağlanabilmiştir. Gökalp; içeride millîlik dışarıda İslam beynelmilelciliği savunan bir anlayışa sahipti. Gökalp’in İslam beyenilmilelciliği ile Tayyip Erdoğan’ın İslam dünyası hakkındaki telakkileri arasında acaba nasıl bir benzerlik var? Gökalp’in Türkçülüğü AKP’ye mi yakın yoksa MHP’ye mi? Gökalp’in Muasırlaşması; CHP’ye mi yakın, MHP’ye mi yakın yoksa AKP’ye mi yakın? Bütün bu sorular güncelliğini muhafaza ediyor. Daha doğrusu bugün İslamlaşmadan anlaşılan nedir? Türkleşmeden anlaşılan nedir? Muasır medeniyetler üzerine çıkma nedir? Bu soruların cevabını hangi parti, düşünce ekolü, İslami hareket net cevap verebilir. Ziya Gökalp’ten ziyade, bugün ülkeye ziya yaymaya çalışanların, cumhuriyetin ilk yılarından ders çıkarmaları elzemdir. Tarihten kopuk, bir geçmişe yaslanmayan düşüncelerin yaşaması mümkün değildir. Ziya Gökalp’i dışlamaya çalışan ve nisyana gömmek isteyenler, unutuldular, lakin Gökalp elan bile devletin -kısmen de olsa- siyasetine ışık(!) tutuyor. Kalıcılık, iz bırakma, tesir etme, zorla, baskıyla, idari ilişkilerle sağlanamıyor.
|