İç-Dış İlişkilerinde Dengenin Temini |
(26 Ocak 2018, Cuma) Kâinatın fihristi mevkiinde olan beniâdem, kâinat gibi bünyesinde çok şey barındırır. Barındırdıkları arasında birbiriyle uyumlu olanlar çoğunlukta ise de birbiriyle zıt unsurları da bünyesinde taşır. Yüce Allah insanı böyle bir tıynette yaramıştır. İnsan, beden/cisim ve ruhtan, madde ve manadan müteşekkildir. İyilik ve kötülük yapabilme istidadında var edilmiştir. Rahmanî ve şeytanî unsurları birarada bulunduran bir mahlûktur insan. İnsanın içe doğru derinleşme ve dışa doğru açılma özelliği vardır. İç ve dış ayırımı yaparak insanı değerlendirmek, kendimizi iyi tanımamıza yardımcı olur. “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (fücur ve takva) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems,7-10)
Demek ki; Rabbimiz, bize fücur ve takvayı ilham etmiş. Bize bu iki zıt hasleti vermiştir. Bizi bu iki haslet ile donatmıştır. Bu iki yolu göstermiş anlamına da olabilir. Takvaya yönelene takva, günaha yönelene de günah ilham etmiştir. İçimizde birbiriyle çelişen, bazen de çatışan bu iki haslet daima vardır. Takva bizim öz benliğimizi, yani bize ait olumlu tarafını oluşturur. Fücur da bizim öteki tarafımızı yani olumsuz yanımızı oluşturur. İnsanın ötekisini genelde ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi; kendisiyle, yani kendi iç alemiyle mücadelesi ve mücahedesi… İkincisi; dış dünyayla, kendisinin dışındaki ötekiyle mücadele ve mücahedesi… Bu konuda derin psikolojik tahliller yapma niyetinde değilim. İç-dış meselesi insanın kişiliğinin oluşmasında da önemli bir mevkii vardır. Müslüman insanın dengesini bulması ve kendini koruması için bu iç ve dış ayırımını nasıl yapması lazım gelir. İçe doğru eğilim ve eğitim ile dış dünyada, zahiri alemde, dünya işlerinde, iş-güç işleyişinde nasıl bir irtibat kurulur ve nasıl hayata tatbik edilir? İçini imar edip, kendini olgunlaştırıp öylece hayata atılmak, iş-güç sahibi olmak mı daha gerçekçi, yoksa işbaşında pişerek hayata devam etmeklik mi daha gerçekçi? Meslek edinmede yapılacak iş için gerekli hazırlıklar yaparak işe başlamak daha akıllıcadır ve ana hatlarıyla buna riayet edilir. Müslüman insanın, kâinat anlayışı, dünya-ahiret dengesi, nefis mücadelesi ve mücahedesi, dünyevileşmeden ne anladığı veya nereye koyduğu düşüncesi gibi konular ile üzerinde durduğumuz mesele irtibatı vardır. Batı insanı, daha çok dış âlemden yola çıkarak bir hayat sürmek istiyor. Bunun için elle tutulur, kanuni çerçeveye oturtulmuş anlayışı merkeze koyarak, düşünüş ve yaşayış sergiliyor. Doğadan, alt insan kümelerinden, tekil vakıalardan, pratik hayattan yeterince faydalanıyor, hatta yaşam felsefesini de bunlara bina ediyor. Genelde doğu, özelde Müslüman dünya ise; daha çok ideallere yaslanmak, hislere dayanmak, ahireti merkeze koymak vb. bir hayat sürdürmeye çabalıyor. Kâinat yasaları ile ahiret arasında bağ kuramayan bir zihin işleyişi ve bu zihin işleyişi üzerine bina edilen hayat tarzı problemlidir. Bu problemleri örtmek için de iç âlemi inşa etmek, olgunlaşmak, insan-ı kâmil olmayı ana merkeze koyarak idame-i hayat etmek gibi fiyakalı düşüncelerle yol bulmaya çalışmak meseleler yumağını üretmek anlamına gelir. Bu hâl, bir nevi kaçıştır. Buna müptela olan mutasavvıflar, iç âlemi imar ederek, gönül sultanlığını inşa ederek kendilerini ve dünyayı kurtaracaklarına kaildirler. Bütün başarısızlıkların kaynağını iç âlem bozukluğuna bağlarlar, iç âlem bozukluğunu oluşturan nedenlerin de künhüne vakıf olmadıkları halde ona çare bulur ve uygularlar. Yenilginin, geri kalmışlığın yegane sebebi bizim iç âlem bozukluğumuzdan ileri geldiğine inanan bu insanlar, önce iç âlem bozukluğu çözülmeli gerisi zaten gelir, diye inanırlar. Onun için içe kapanırlar, kendilerini soyutlarlar. Kırk gün çile çekerler bu çile esnasında bütün eksiklikler tamamlanır ve yepyeni, terütaze bir insan-ı kâmil olarak yeniden doğar ve tüm meseleleri hemeninde çözerler. Bunları hafife alan insanların cehdi, gayreti, cihadını da çok makbul sayılmaz. Sadece sofilere has bir hal değildir bu. Kendilerine tevhid-i Müslüman diyenler de benzer bir hastalığa duçardırlar. Onlar derler ki; sağlam bir iman olacak, insanları eğiteceğiz, bütün cahili düşüncelerden, bid’at ve hurafelerden arındıracağız, tertemiz, pir ü pak bir itikatları olacak, böylesi bir insanın önünde hiçbir beşeri güç duramayacak. Hayatlarının büyük bir kısmını buna harcayacaklar, bir nesil, Kur’an neslini oluşturacaklar, bu nesil bütün tağutları yerle yeksan eyleyecek. Bu tağuti ve cahili kırıntılar sökülüp atılmadan yapılan her iş mutlaka akim kalacak, çünkü temeli bozuktur, itikadı sağlam olmayanın ameli de sahih ve sağlam olmaz. Aslına bakılırsa ikisi de benzer şeyler yapıyorlar, sadece kalkış noktaları, yol-yöntemleri farklı. Adı geçen iki düşüncenin de haklı ve doğru tarafları vardır, lakin eksiklikleri ve yanlışları da vardır. Dış âlemden iç âleme doğru bir yol-yöntem çalışması yapılsa acaba ne olur. Yani önce kâinatın işleyişi ile insan fıtratı arasından bir bağ kurulsa, sonra Allah’ın kâinatta ve sosyal alanda koyduğu kanunlar incelense ve bunların insan üzerindeki tesirleri tayin ve tesbit edilse, bu ilahi düsturlara harfiyen uyulsa, bunlar icra edilirken insana tekrar dönüp bakılsa ve yanlışlar ona göre belirlense ve giderilmeye çalışılırsa sonuç nasıl olur. Bu denemeye değer bir husustur. Yenilgiler, başarısızlıklar, geri kalmışlık sadece iç âlem eksikliğine veya itikadi bozukluğa bağlanırsa, çare asla bulunamaz. Meselenin anlaşılması için bazı taksimler yapmak işimizi kolaylaştırır. Dış dünyayı, yani dışımızın ne olduğunu tesbit edelim; bunlar ya işimizdir, yani mesleğimiz. Geçimimizi ne ile sağlıyorsak o. Kundura tamircisi, üniversite hocası, imam, merkez vaizi, öğretmen, çiftçi vb. Örnek olarak kundura tamircisini ele alalım; Kundura tamircisi, ilk önce kunduranın ne olduğunu, malzemesinin nelerden meydana geldiğini bilecek. Buna ilave olarak kunduranın neresi nasıl tamir edilecek bunları da bilecek. Daha sonra kullanacağı malzemeyi de bilecek. Müşterisine nasıl bir malzeme kullandığını açıkça söyleyecek. Kundura tamir edilemeyecek durumda ise onu da söyleyecek. Sayılanlar dış unsurlardır. Saydıklarımızı harfiyen yerine getirebilmesi için tamircinin meslek ahlakı diye bir şeyin varlığına inanması gerekir. Bu meslek ahlakı da ancak mesleğinin gereklerini iyi bilmesi ve yerine getirmesiyle mümkündür. Kundura tamircimizi; “dini bütün!” bir insan kabul edelim, namazında, niyazında, dini vecibelerin tümünü gücünce icra ediyor. Cemaatle namazlarına devam ediyor, haftalık virdlerini veya sohbetlerini de ifa ediyor, yardım kuruluşlarına yardımda da bulunuyor. Filistin mücadelesine katkıda da bulunuyor. Gerektiğinde İslâm için canını da fedaya hazır, cihad da ediyor. Ama kunduracılığın inceliklerini bilmiyor. İyi ve uygun malzeme kullanmıyor, ıskartaya çıkmış kunduraları tamir etmekten kaçınmıyor. Bu insan, kendi iç âlemini istediği kadar mükemmelleştirsin, iyi bir kundura tamircisi olma becerisini asla gösteremez. Çünkü dış âlemle münasebeti bozuktur. Burada acaba bu tamircinin önceliği tamirciliğini mi düzeltmek, yoksa iç âlemini mi temizlemek icab eder? Denilirse ki; kundura tamircisinin iç âlemi temiz olsaydı, iç âlemini imar etseydi istenildiği gibi davranırdı. Kundura tamircisinin namazı/niyazı onu ilgilendirir, ama mesleğinin icrası toplumu ilgilendirir. Tamirciliğinin ne olduğu da mesleğini icra ederken gösterdiği hüner belirler. O halde iç ve dış birbirinden kopuk değildir, yekdiğerini tamamlar. İçine çok dalıp dışı bu iç temizlikle halledileceğine inanmak gerçekçi değildir. Dış dünya, zahiri âlemi merkeze koymak daha gerçekçi ve kolay yol alıcıdır.
|