| Tenkid mi? O da Ne? |
|
|
|
|
Tenkid; Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek maksadıyla inceleme işi. Bir eserin anlaşılmasını sağlamak ve değerlendirmek amacıyla yapılan kritik. Bilginin temellerini ve doğruluk durumunu sınama, inceleme ve sorgulama işi anlamlarına geldiği gibi, bir şeyin özünü, önemini, nitelik ve niceliğini belirleme anlamına da gelir. Tenkid=eleştiri yapmanın esası; daha net görüşü ortaya çıkarmak, gizli kapalı bir yan var ise onu anlaşılır bir hâle getirmek. Bu, kişi için ve eser için geçerli ve lüzumlu olan bir husustur. Tarifinden de anlaşıldığı gibi söz konusu bir eser veya bir konu ise, ait olduğu alanın literatürünü iyi bilen ve o literatürün yerli yerince kullanılıp kullanılmadığını fark edebilme yeteneğine sahip biri tarafından ancak de-ğerlendirilebilinir. Evvela konunun kendisi ortaya çıksın için yapılan bir çaba olma iyi niyetini taşımalıdır tenkid. Sanıldığı gibi hataları bulma ameliyesi olarak kabul edilmemeli. Eleştirmen hükmünü peşin vererek kişi veya eseri mahkum etme yoluna giremez. Adil olmak zorundadır. Hele hele konuyu anlama ve değerlendirme bilgi, donanım ve becerisinden yoksun birinin tenkide yönelmesi hayırlı neticeler doğurmaz. Farklı görüşler belirtmek ayrıdır, ortaya konan konu hakkında değerlendirmede bulunmak ayrıdır. Biz Müslümanlar, eşyaya, insana canlı ve cansız varlıklara, Allah'a kısaca mevcut olan her şeye karşı adil olmak zorundayız. Bu bizim imanî bir görevimiz. Başkasının kusurunu araştırmak müminlere mubah değildir. Onun için toplumu ilgilendirmeyen, düşünceyi ilgilendirmeyen, itikadı ilgilendirmeyen hataları örtmek daha hayırlı kabul edilir. Müslümanlar farklı şeyler söyleyebilirler, farklı anlayışı -şer?i ölçüler içerisinde- gösterebilirler. Birilerine karşı olabilirler, düşmanlıklarda da Müslüman olmayanlara karşı bulunabilirler. Ama bütün bunları yaparken en güzel bir şekilde yapmak mecburiyetindedirler. Öldürürken bile en uygun bir şekilde bunu icra etmeye memurdurlar. Müminler kendi seslerine kulak veren insanlardır. Kendi güzelliklerini başkasına da verme cehdi içinde bulunan insanlardır. Savaşımız bile içinde bulunduğumuz hayrın başkalarına ulaştırma gayretinin bir başka cephesidir. Bu denli dengeli ve merhametli olma görevinde ve emelinde olan mümin acaba kendi kardeşine nasıl bakmalı? Onu, onun yapıp ettiklerini nasıl değerlendirmelidir? Şaşmaz ve yanılmaz ölçü Allah'ın Kelamı, o Kelamın açıklayıcısı ve uygulayıcısı Hz. Muhammed (as)? in aziz pak Sünnet-i Seniyyesi bizim kaymamızı önleyen ana referanslarımızdır. Biz referanslarımıza sıkı sıkı sarıldıkça birbirimize karşı tutumumuz da netleşir ve aramızda adaletle hüküm etmiş oluruz. Sabitesi olmayanın, müracaat kaynağı bulunmayanın adil davranması, birini ve bir şeyi değerlendirmeye tabi tutmasında isabet ettirmesi oldukça zordur. Adil-i mutlak olan Allah'la bağını koparmış insanın adaletle hükmetmesi değerlendirmesinde sıhhatli olabilmesi mümkün değildir. İslâm bize uymamız gereken bir hükümler silsilesi getirmiştir. Herkesin ve herşeyin hakkını belirlemiştir. İşte eleştirmen bu belirlenen sınırları korumakla yükümlüdür. Kişinin yaptığı iş, yazdığı eser, yapmakta olduğu sosyal faaliyet bu yönüyle bir gözleme tabi tutulur ve Allah tarafından belirlenen sınırlar korunup korunmadığına göre hakkında söz söylenebilir. Eleştirmen, gücünü ve dayanağını nasslarından alır. Onun için şu nassa terstir diyebilmek gücünde olan o konuda söz söyler. Ayrıca hata ile Allah'ın sınırlarını aşmayı aynı kabul etme eğilimine girmemeliyiz Müslüman olarak. Problemin zor yönü, kişi ve eser değerlendirmesinde değil, tarihin değerlendirmesindedir. Kendi referanslarımıza bakarken Kur'an'ı, Sünnet?i ve sahabe icmaını kabullenmek durumundayız. Bu ana referanslardan sonra diğer oluşumları tenkide tabi tutarken sık sık referanslarımıza müracaatla kendimizi sağlama alabiliriz. Tarih boyunca İslâm adına yapılanları hepten kabul edebilmemiz oldukça güç. Ancak muhalefeti muhalif olduğu için sıhhatli saymak yanlışlığına da düşmemek lazım. Emevi ve Abbasi dönemlerinde hem devlet tarafından yapılan hatalar hem de bazı zatların yaptıkları yanlışları büyüterek bunlara karşı oldukları için hiç de hak etmedikleri halde Mutezile?yi sahih bir yol izledikleri kanaatini yaymak adilce değildir. Belki haklı çıkışları olmuştur, fakat nasslarla değerlendirmeye tabi tutulduğunda hiç de sıhhatli bakış açılarının olduğu anlaşılmaz. Yine İslâm tarihinde, dine sokulan bid'at ve hurafeler, Hristiyan adetlerinin dine sokulması, İsrailiyat?ın çoğalması, İran'ın eski itikadının kısmen İslâm kisvesine bürünmesi, şaman kültürünün renk ve ton değiştirerek tasavvuf adı altında İslâm?a sokulması gibi yanlışları ayıklarken nassları ilk defa kendileri yorumluyor gibi anlayarak vahhabiliğe kayması kabul edilir bir husus olamaz. Tarihi değerlendirirken insanların köklerini araştırıp bulmaları kendileri için hem az riskli hem de referanslara yönelme açısında daha sıhhatlidir. İlk defa Biz bu düşünceleri keşfediyoruz havasına bürünmek eleştirel bir bakış açısı değil, olsa olsa bir köksüzlüktür. Bizim tarihi izlerimiz, Ömer b. Abdülaziz, Hasan-ı Basri gibi büyüklerin izleridir. Biz eleştirilerimizi böyle salih insanların izini takib ederek yapmalıyız. Bütün bunlardan sonra şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Mümin müminin yaptığını değerlendirirken önce onun iyi anlaşılmasını sağlamalı. Tenkidini o merkezde toplamalıdır. Mumla yanlış arama hastalığından kurtulmanın çarelerini aramalı. Tenkid biraz da başkalarıyla uğraşma başkalarının yapıp ettiklerini gündem etme gibi anlaşılıyor. O yönleriyle Türkiye'deki tenkid anlayışını da tenkide tabi tutmamız gerekir. Evvela her ferd kendi yaptığının hesabını Allah'a verme hazırlığında olmalı, sonra yakınlarından başlayarak uzağa doğru hesab verme ameliyesini genişletmeli. Hesab vermeyen birinin başkasına hesab sorması adalete uymaz. Biz kimseyi yaptığından sorulmaz, hata kabul etmez anlayışını da savunmuyoruz. Bugün anlama ve anlaşılma problemi yaşanıyor, müminler arasında. Anlamanın ve anlaşılmanın yolunu açmamız lazım. Anlamak ve anlaşılmak. Ancak anlamak ve anlaşılmak adına Hak ile batılı aynı görme veya adil ile zalime ayni davranma hatasına da düşmemeliyiz. Değerlendirmenin bir hüküm belirtme olduğunu, başkasının hak ve hukukunun işin içine girdiğini, kul hakkının çiğneme ile karşı karşıya bulunulduğu unutulmamalıdır. Eğer müminler Allah'ın rızasını kazanmak istiyorlarsa, tarihte salih bir iz bırakmak istiyorlarsa, dünya küfrüne karşı direnmek istiyorlarsa önce kendileriyle uğraşmalıdırlar. Her birimiz kendi kusurlarımızı başkasının kusurlarından önce görmeliyiz. Salih amel yolunu açmalıyız, o yolda yürürken karşımıza çıkan engelleri ortadan kaldırmak için yapılan yanlışlara hücum etmeliyiz. Bir de ferdi ve şahsi hataları görmezlikten gelmenin bir erdem olduğunu unutmamalıyız. (Değişim Dergisi, sayı 22, Şubat 1995)
|





